İslam Geleneğinde Güzeli Aramak

İbrahim KALIN

Allah güzeldir, güzeli sever” Hadis-i şerifi, bize İslam’ın güzellik ve estetik anlayışı hakkında temel bir perspektif verir. Güzelliğin kaynağı ilahidir ve bu sıfatıyla iyi ve güzel olan her şeyde tecelli eder. Maddi ve manevi çirkinliğin her şeyi kuşattığı bu dönemde iyi, güzel ve doğru olan arasındaki irtibatı yeniden hatırlamamız gerekiyor.

Geleneksel İslam toplumlarında güzellik esas, çirkinlik istisnaydı. Modern hayat bu denklemi tersine çevirdi. Günümüz metropollerinde çirkinlik kol geziyor; güzelliği bulmak içinse epey gayret göstermeniz gerekiyor. İslam toplumları ne modern hayata bütünüyle uyum sağlayabildiler ne de güzelliğin geleneksel değerini koruyabildiler. Bu yüzden modern hayat içinde zihinleri bulanık, kafaları karışık ve kendilerini yersiz yurtsuz hissediyorlar. Her yanı kaplayan çirkinlikten en fazla da onlar etkileniyorlar.

İslam sanat ve estetiğinin nadide örnekleri olan şehirlerimizi hatırlayın: Semerkand, Buhara, Bağdat, İsfahan, Şiraz, İstanbul, Bursa, Kurtuba, Granada, Timbuktu, Fes, Marakeş… Bu şehirlerin en önemli özelliği, güzellik ile işlevselliği; tenasüp ile hareketi; madde ile formu; muayyen bir ben-idraki ile çoğulculuğu bir arada ve uyum içinde barındırmasıydı. Sureti de sireti de güzel olan hayat alanlarına ne kadar çok ihtiyacımız var…

İslam düşünce geleneğinde güzellik, her zaman hakikat ve erdemle birlikte ele alınmıştır. Zira bir şeyin güzelliği onun hakikatiyle doğrudan irtibatlıdır. Bu ilişki, güzellik kavramına ontolojik bir boyut katar. Güzel olan her şey, yaradılış eylemindeki güzelliğe geri gider. Aslına rücu eden her şey gibi güzellik de varlığını es-Sâni’ ismiyle Mutlak sanatkâr olan Yaratıcıdan alır. Estetik duyuş, varlıkların özünde/hakikatinde bulunan bu varoluşsal güzelliği idrak etmek demektir.

Bir arının yahut göklerin güzelliğini temaşa ettiğimizde “enfüs ve âfâktaki” yani kendi içimizdeki ve dış dünyadaki güzelliği keşfetmek ve ortaya çıkartmak için bir adım atmış oluruz. el-Cemil ve Es-Sâni’ isimleriyle güzel olan ve her şeyi güzel yapan Cenab-ı Hak, bizden de her işimizi güzel yapmamızı ister. Doğru ve güzel iş yapmak, varlığın ahengine iştirak etmek demektir. Güzeli aramak ve güzel yaşamak, ilahi olana doğru bir adım atmaktır.

Hakikat olmadan hiç bir güzellik de var olamaz. Güzel olan her şey bir hakikatten, ahlaki bir safvetten ve estetik bir zevkten neşv ü nema eder. Granada’daki Elhamra Sarayı’nın insanı teskin eden güzelliği, Sultanahmet Camii’nin heybeti, Tac Mahal’in olağanüstü ahengi, nur saçan kubbesi ile Kubbetüs Sahra… Zaman ve mekan tasavvurunun tecessüm etmiş yüksek sanat örnekleridir.

Hz. Mevlana, Hafız ve Hayyam’ın ölümsüz şiirleri, Matrakçı Nasuh ve Levni’nin gözlere sürur veren minyatürleri, ilahi kelamı yüksek bir sanat formuna dönüştüren hat ve tezhib, Orta Asya göçebelerinin deri ve kumaş desenleri, kilim sanatının el emeği göz nuru ilmikleri… Maddi varlığın ötesindeki hakikatlere işaret ederler.

Aynı şekilde Arap, Fars, Türk ve Hint müziğinin başyapıtları, âlemin ritmini ve ahengini insanın ruhuna fısıldarlar.

Bu eserlerin ortaya çıkmasını sağlayan medeniyet tasavvurunun merkezinde hakikat, doğruluk ve güzellik ve bu medeniyetin insan tasavvurunda ilahi hakikat ve güzellikle yoğrulmuş olmak vardır. Hakikat ve güzellik mefhumlarını yitirmiş hiç bir medeniyetin hayatiyetini sürdürmesi mümkün değildir. Bir medeniyetin ihyası da ancak kendine has estetik dünyasını yeniden inşa edebilmesine bağlıdır.

Bugün güzellik dendiğinde aklımıza ticarileştirilmiş ve metaya dönüştürülmüş nesneler geliyor. Modern kültürün en büyük yanılgılarından biri güzelliğin, zenginlerin ve eksantrik çevrelerin tekelinde olan pahalı ve lüks bir ayrıcalık olduğu düşüncesidir. Güzellik, hiç bir zümrenin tekelinde değildir. Bir lüks yahut lüzumsuz hobi de değildir. Güzel olanı aramak, fıtratımızın en temel unsurlarından biridir. Güzellik, aklı ve kalbi besleyen bir cevherdir. Soyo-ekonomik ve kültürel statülerin ötesinde bize huşu, sükûnet ve duyarlılık aşılayan varoluşsal ve estetik bir değerdir.

Maddi ve manevi güzelliği kuşanmak bize günlük hayatın hengamesi içinde bir nefes alma imkanı verir. İlahi olanla bağımızı güçlendirir, müteşekkir ve mütevazi olmayı öğretir; duygularımızı terbiye eder; duyarlılığımızı arttırır.

İdrak melekesi gelişmiş ruhlar için güzel olan, varlığın her alanını kuşatır. Örneğin mantık ve matematik önermelerinin arkasında salt kusursuz bir akıl değil, aynı zamanda müthiş bir güzellik ve zerafet vardır. Kuantum parçacıklarından hayat formlarına, mevsimlerin dönüşümünden bütün bir kozmosun hareketine kadar bilimin en temel ve sofistike gerçeklikleri sadelik

, zerafet ve güzellik unsurlarını bünyesinde barındırır. Pitagoras’tan Einstein’a, Dyson’dan Whitehead’a, Gödel’den Russell’a kadar farklı meşreplerden gelen filozof ve bilim adamları, matematik formüllerin “güzellik ve elegansı” üzerinde ısrarla durmuşlardır. İbn Sina, Harezmi, Nasireddin Tusi, Biruni ve Cezeri gibi Müslüman bilim adamları da varlık düzeninin özündeki deruni güzelliği ve ahengi keşfetmek için uğraştıklarını biliyorlardı.

Yozlaşmamış hiç bir ruh güzelliğin insan ruhunda çağrıştırdıklarına duyarsız kalamaz. Bu güzelliği ortaya çıkarmak ve ondan nasiplenmek, ruhun arınmasına vesile olur. Bu basit bir psikolojik hal yahut duygusal idealizm değildir. Güzel olanı aramak, ruhumuzda bir farkındalık yaratır ve hem dış dünyayla hem de diğer insanlarla ilişkilerimize somut bir şekilde yansır. Estetik idrak, dönüştürücü ve yaratıcı bir etkiye sahiptir.
İslam toplumlarının en güzel şehirlerinin aynı zamanda en kozmopolit, en çoğulcu ve en üretken şehirler olması şüphesiz bir tesadüf değildir.

Bugün bu estetik tasavvuru tekrar keşfetmek zorundayız. Yapaylığı, zevksizliği ve vasatlığı gerçek güzellik ve estetik idrakin yerine ikamet etmeye çalışmak, çağımızın tüketim kültürünün ve eğlence sanayinin büyük yanılgılarından biridir.

İslam dünyasının en büyük açmazlarından biri de din ve takva adına sanatı ve estetiği hor görmek… Hatta bazı aşırı gruplar sanat ve estetiği bütünüyle reddedecek kadar ileri gidebiliyorlar. Bu, ne Kur’an’ın ne de Hz. Peygamber’in sünnetiyle telif edilebilir. Ka’be’nin insanı sarsan sadeliği ve celali, Medine’nin gönüllere huzur veren süküneti ve cemali, bunun en somut delilidir.

Şiddet yanlısı aşırılıkçı gruplar modern yöntemler kullanıyorlar fakat yapıp ettiklerini İslamla etiketliyorlar. Örneğin DAİŞ’in sapkın ideolojisi entellektüel açıdan batıl, ahlaki açıdan yoz ve estetik açıdan çirkindir. Bunu din adına dayatmak, dine ihanet etmektir. Bu büyük sapmaya karşı en etkili çare, İslam geleneğinin ortaya koyduğu hakikat ve estetik tasavvurunu ihya etmektir. Bu ihya çabası, bütün Müslümanların ortak sorumluluğudur.

“Allah güzeldir, güzeli sever.” Çirkinlik, bayağılık ve metalaştırma, bizi asil ve güzel olanı aramaktan alıkoymamalı.

  Paylaşmak İçin Sembollere Tıkla :)

       


Warning: Use of undefined constant rand - assumed 'rand' (this will throw an Error in a future version of PHP) in /home/andirine/domains/andirinegitim.com/public_html/wp-content/themes/ahmet_camli_wp_tema/single.php on line 41