Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç;
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç!
Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile,
Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle.
Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan
Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece.
Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince,
Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül!
Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahud gül.

Yahya Kemal BEYATLI

Yahya Kemal, İstanbul’un boğaz köprüsü gibidir. İstanbulludur, İstanbul’a çok yakışır. İstanbul’un iki yakasını birbirine bağlar.Yahya Kemal; geçmişle bugünü, somutla soyutu, düşle gerçeği, Osmanlıca dediğimiz eski Türkçe ile Cumhuriyet dönemi Türkçesini, Divan şiirimizle, modern Türk şiirini, Batı şiiri ile Türk şiirini, Osmanlı değerleriyle Cumhuriyet değerlerini sentezler; o, tek başına “kültür köprüsü” olur, yumuşak bir geçişi sağlar.

Her büyük şairin olduğu gibi Yahya Kemal’in de kendine özgü bir şiir anlayışı, dili, kurgusu ve adası vardır. O, şiirlerinde genellikle aşk, tabiat, ölüm, tarihin şanlı sayfalarına özlem, İstanbul ve sonsuzluk… gibi temaları işler.

Rindlerin Akşamı’nda konu, “ölüme on kala”dır.

Bizim geleneksel kültürümüzde bugün pek çok kişi tarafından bilinmeyen “rind ve zahid” tipleri vardır. Bunlar Karagöz ve Hacivat gibi, Nokta ile Virgül gibi belli bir kişi üzerinde somutlaşmasa da birazdan açıkladığımızda çevrenizdeki kimi insanların bu sınıflama veya tiplerden birine uyduğunu saptayabilirsiniz.

Rind tipi insan; insanların zamanla olgunlaşacağını, yaşadıkça bugün koruk olanların, ham çökelek olanların helvaya dönüşeceğini bilen, bu yüzden gençlere karşı hoş görülü, sabırlı, her şeye parlamayan insandır. Rindler gönül zengini insanlardır, parayı pulu birinci sıraya almazlar. Kendini paralasa daha da uzamayacağını, eş dostla yenen içilenle de fakirleşmeyeceğini bilen cömert insanlardır. Mademki bu dünyada yaşıyoruz, zaten hayat kısa ve yeterince insanları hırpalıyor; öyleyse bir de bizler işleri zorlaştırmayalım aksine hayatı kolaylaştıralım, diyen insanlardır.

Yahya Kemal, bir “rind”dir. Ömer Hayam, Fuzuli, Baki, Nedim, Şeyhülislam Yahya, Dede Efendi… Halk şairlerimizden Karacaoğlan, Aşık Ömer, Gevheri, Aşık Veysel, Mahsuni…Devlet adamlarından Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, III. Selim, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Paşa… Kişiliklerini bu yönden benzer bulduğum tanınmış şahsiyetlerdir.

Fuzuli bu kişilik özelliğinin altını daha da çizer, belirginleştirir;
“Fuzuli rind-i şeydadır hemişe halka rüsvadır
Sorun ki bu ne sevdadır bu sevdadan usanmaz mı”
dizeleri, onun ünlü musammat gazelindendir.

Zahit ise, her şeye “kendi sınırlı din yorumuna dayalı” dar pencereden bakan, bu küçük çerçeveden taşan her işe, uygulamaya, yaratıcılığa, yeniliğe “Höst! Çarpılırsın! Günah! ” diye fetvalar veren “bir garip adem”dir. Halkın dini bilgilerinin sınırlı oluşundan da yararlanarak her dönemde kendisine “küçük egemenlik alanları, adacıkları” yaratır. Eser, kükrer…

RİNDLERİN AKŞAMI

Halk arasında bir yerel saat-zaman anlayışı yaşanır: Şafak vakti, gündoğumu, kuşluk, öğle, ikindi, akşamüzeri, akşam, yatsı, gece yarısı…

Şair, kendini ve akranlarını “dönülmez bir akşamın ufku”nda görüyor. Bu zamanlara paralel bir insan ömrü olduğu düşünüldüğünde, “kaçınılmaz son”a, ölüme on var demektir.

Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç;

Şimdi akıl iyice olgunlaşmıştır ama yeni bir iş kurmak için, bir başka şehre yerleşmek için, saz çalmayı öğrenmek için, hatta aşık olmak için vakit çoook geçtir.

Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç!

Fasıl; bölüm, dönem gibi anlamlar taşır. Hayatımızı türlü ümitler ve maceralar içinde yaşamışızdır. Bir değerlendirme yaptığımızda “Tüh! ” dediğimiz şeyler gibi, “İyi ki…” dediğimiz şeyler de vardır; ama artık yapacak fazla bir şey yoktur. İnsan kalan ömrüne bir çeki düzen verme konusunda isteksiz olur. Şair, belki de bu yüzden “nasıl geçersen geç” demektedir.

Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile,
Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle.

İnsan aklıyla da gönlüyle de bu hayatın böyle bitmesini kabullenemez. Hem babalarımız, dedelerimiz; hem kutsal kitaplar ölümün bir son olmadığı konusunda bize işaretler veriyor, vaatlerde bulunuyor ama buna rağmen ölüm zordur. Böyle bir teselliyle avunmak bile insanı kesmiyor, tatmin etmiyor.

Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan
Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece.

Şair, rindane bir yaklaşımla ölümü gözle görünür kılıyor, somutluyor; hayal gücünü şahlandırıyor. Ona göre, gökyüzünde geniş kanatları olan büyük bir kapı vardır. Bu kapının arkasında artık güneş görünmemekte, doğmamaktadır. Orası karanlıktır ve zaman kavramı işlemez. O kapıdan geçildiğinde bitmeyen sükûnlu bir gece başlayacaktır…Boşluk, huzur ve sessizlik… Zaman kavramı yok…derin bir uyku…

Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince,
Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül!

Yahya Kemal’i Kadıköy, Moda veya Üsküdar sahillerinde İstanbul’un o doyulmaz siluetine hüzünle dalmış olarak gözümde canlandırıyorum bu dizeleri yorumlarken. Akşama da bir dostlar meclisinde arkadaşlarıyla, sevenleriyle buluşacak ve onlara, aradan geçen yıllara rağmen bu satırların yazarına ve siz sevgili okurlarına diyecektir ki: Gün batarken bu eşsiz manzara karşısında hayatta olmanın, yaşamanın değerini bil! Coşkuyla bir işe sarılmış olarak, gönlünde gerçek bir aşkla ve doyumlu yaşayarak geçir günlerini, bu bedene iyi bak, bir gemi gibi huzurla süzül o son kıyıya…

Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahud gül.

Bizim dedelerimiz, sevilen, huzurlu, mutlu yaşayıp ölen kimselerin mezarlarında kendiliğinden “güllerin, lalelerin” açacağına; sevilmeyen ya da dengini bulamayan, ya da kırıklıklar ve mutsuzluklarla yaşayıp ölen kimselerin mezarlarında, bağırlarında ise “dikenler bittiğine” inanırlardı. Biz öyle yaşamalıyız ki mezarımızdan her bahar güller, laleler fışkırsın.

Şiir, beyitlerle yazılmış, ilk bakışta bir gazeli andırıyor; ancak uyak şeması gazel gibi aa/ba/ca diye gitmeyip mesnevi gibi aa/bb/cc… diye düzenlenmiş. Dili yalın ve sade. Bol miktarda benzeyenin kullanılmayıp, sadece benzetilenlerle anlatımın sürdürüldüğü açık istiareler kullanılmış: Akşam, fasıl, boşlukta simsiyah açılan kapı, bitmeyen sükunlu gece…

Şair, bu şiiriyle Türk edebiyatına ve gönül dünyamıza ölümsüz bir eser kazandırmış; ruh ve gönül mimarlarımızdan olduğunu kanıtlamıştır.

Sedat Demirkaya