A. Cahit Zarifoğlu

Mehmet Emin KATIRCI

Türk şiirinin en “zarif” abisi olarak niteleyebileceğimiz eşsiz şair Cahit Zarifoğlu tüm hayatını yalnızlığın kıyısında, inandığı şeyler uğrunda savaşarak geçirmiştir. Daha çocuk yaşta babasıyla manevi bir kopuş yaşamış, gençliği oradan oraya savrularak geçmiştir. Henüz 47 yaşında hayata gözlerini yuman şair, etkili diliyle şiir sanatında saygıyla anılmıştır. Kederli bir roman tadında yaşayan Cahit Zarifoğlu’nu galerimizde yer alan bilgilerle bir daha seveceksiniz…

Babasının annesinin üzerine bir başka kadınla evlenmesini bir türlü kabullenemeyen şair ömrü boyunca babasına karşı sert ve soğuk olmuştu. Daha küçücükken babasızlığı tadan şair ondan sadece 1,5 yaş büyük olan abisi Sait’i baba olarak bildi. O kadar ki Sait artık evde “Baba Sait” olarak anılmaya başlamıştı.

Şair hayatının büyük çoğunluğunu yalnız ve insanlardan kaçarak geçirmişti. Çocukluğundan itibaren ayakta kalmaya ve yıkılmamaya çalışan şair kimseye muhtaç olmamak için kopan düğmelerini kendi diker, kendi yaptığı yemeklerle bazen dostlarına ziyafet verirdi. Her şey öğrenilmeliydi, yalnız kalan anneye yük olunamazdı!

Cahit o kadar durağan ve içine kapanıktır ki, bu durum okulda onun hakkında “aşk acısı çekiyor ondan böyle suskun” dedikodularına sebep olmaya başlamış, Cahit’in hastalıklı hali arkadaşları arasında da sürekli konuşulur hale gelmişti. Aslında Cahit bütün bir insanlıktan kaçma uğraşı içindedir. Bir bilge gibi sürekli sakin ve suskun olması bir süre sonra dostlarının onu “Aristo” olarak çağırmaya başlamasına neden olacaktır. Cahit artık “Aristo  Cahit” olarak anılmaya başlamıştır.

Evde kimse kalmayınca radyodan klasik batı müziği eserleri dinleyip küçücük bir odada ruhunu arayan şair, dostlarıyla buluştuğu demlerde ise çok ilginç bir şekilde güreş topluluğuna katılıp güreş tutardı. Yine bir güreş buluşmasında oradaki arkadaşları arasında en güçlü ve kalıplı olan Halil’le eşleşmişti. Rasim, Alâeddin, Erdem hepsi Halil’in Cahit’i ilk hamlede alaşağı edeceğini düşünüyordu.

Ancak soyadı gibi zarif olan şair incelikli bir teknikle Halil’in sırtını yere getirmişti. Ve yıllar sonra bu hikâyeyi anlatan Alâeddin Özdenören “Cahit şiir gibi güreş tutardı.” diyerek dostunu güreş konusunda bir kez daha onurlandıracaktı.

Cahit’in tek tutkusu güreş değildi, o hep bulutlarla dans etmek istedi. Kuşlarla birlikte uçmak, gökkuşağına doğru hareket etmek, sonsuz mavilikte süzülmek… Göğün eşsiz cazibesi onu Maraş’tan kaçmaya zorladı ve Cahit lise ikinci sınıfta ötesini düşünmeden bavulunu eline alarak Eskişehir’e doğru yol aldı. En büyük hayali olan “Pilotluk” gayesine ulaşmak istiyordu.

O dönemler Türk Kuşu Derneği, başvuran adaylar arasından yetenekli olanları seçiyor ve ücretsiz olarak uçuş kursu veriyordu. Cahit artık bir planörün koltuğunda göklerin hâkimiymişçesine süzülebilecekti. Eğitim alıp uçak kullanabilir düzeye gelen Cahit son bir sağlık kontrolüne girer ve bu kontrol uçuş kariyerinin sonu olur. Kontrolde Cahit’in gözünde ve kulağında rahatsızlık olduğu bu yüzden de uçak kullanma ehliyeti alamayacağı anlaşılır. Cahit’in kanatları kırılmıştır…

Kısa süren uçuş serüveni beraberinde birçok sorunu ve daha derin yalnızlıkları doğurur. Okuldan kaçış sınıf tekrarını beraberinde getirmiş, Cahit’in tam üç yılı böylelikle buhar olup gitmiştir. Cahit arkadaşlarından üç yıl sonra liseden mezun olabilmiş ve ne ilginçtir bu süreçte edebiyat dersinden tekrara düşmüştür. Daha sonradan edebiyat kitaplarına konu olan bir şair, edebiyat dersinden sınıfta kalmıştır.

Lisenin bitimiyle birlikte de İstanbul’a gelerek, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne yazılır. Cahit gene uslu durmayacaktır, insanlardan belki de kendinden kaçacaktır. Öyle ki üniversiteyi tam on yılda bitirebilir ve on yıl sonra diplomasına kavuşur.

Üniversite onun için oldukça sıra dışı ve dingin bir süreç olacaktır. Yazın evine dönmeyen şair bir kayıkçının yanında ücretsiz çalışarak zaman öldürürken, bir başka yaz tatilinde ise otostopla Avrupa’yı gezmeye başlar. Bu gezinti daha sonra bir Volkswagen arabayla devam eder.

Bazen kişiliğine göre oldukça  işe imza atan şair dönemin en bilinen şairlerinden Cemal Süreya’ya bir mektup yazar. Cemal Süreya bu sırada Paris’tedir. Bu mektupta şöyle bir soru sormaktadır Cahit, Cemal Süreya’ya: “İstanbul’a döndüğünüzde sizinle ev tutup birlikte oturabilir miyiz?”. 

Paris’te bunaltılı bir ruh haliyle yaşayan Cemal Süreya tanımadığı bu genç adamın mektubunun ölçüsüz olduğunu düşünerek cevap vermez. Ancak Zarifoğlu öldükten sonra kaleme aldığı günlüğünde onunla ve yolladığı mektupla ilgili şunları söylemektedir:

“Cahit Zarifoğlu ölmüş. Bugünün adı bu olacakmış. … İyi şairdi. İlk şiirleri de iyiydi. (Sezai) Karakoç çevresinden. Daha yüz yüze gelmeden

, 1962’debana, Paris’e bir mektup yollamıştı. Adresimi Sezai (Karakoç)’tan almış. Saklamamışım o mektubu.
Zarifoğlu, o sıra, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğrenci. Yurtlardan sıkılmış herhal, İstanbul’a dönüşümde, birlikte ev tutup oturmayı öneriyordu mektubunda. Bende bir tuhafım o günler. Bir ölçüsüzlük görmüştüm bu öneride.

O ara otuz yaşı dönmüşüm. İyi sayılan bir aylığım var. Ne yani, bu çocuk öğrenci hayat koşuluna mı indirmek istiyor beni?
Dönüşte yeniden tanıştık. Zaman zaman vapurda, yolda, Sezo’nun (Sezai Karakoç) evinde bürosunda rastlaştıkça konuşurduk, (ama her şeyden)…”

Cahit, Necip Fazıl’ın evinde bir sohbet meclisindedir. Herkes pür dikkat üstadı dinler ama yerinde duramayan Cahit ayağa kalkar ve evin içinde dolaşmaya başlar. Necip Fazıl’ın kitaplığına bakan, plaklarını karıştıran şair “Aristo”dan sonra ikinci lakabını Necip Fazıl’ın nüktedan sözleriyle alacaktır. Cahit’in evin içinde dolaştığını ve kitapları karıştırdığını gören Necip Fazıl ona şunları söyler: “Yahu burada muhteşem bir konser varken sen notalarla meşgulsün artist.”

“Artist” söylemi Nuri Pakdil tarafından da daha sonra tekrar dile getirilecek, Nuri Pakdil “Yedi güzel adam içerisinde en artist mizaçlı kişi Cahit Zarifoğlu’ydu.” diyecektir.

Güreş, müzik, uçuş ve daha nice alanda kendini geliştiren şair çeşitli çizimlere de imza atardı.

Cahit Zarifoğlu artık sanatının meyvesini verir ve ilk şiir kitabı olan İşaret Çocukları’nı baskıya yollar. Ancak bu kitap ekonomik anlamda onun çöküşü olacaktır. Tüm parasını İşaret Çocukları için harcayan şair maalesef bu meyvenin tadına bakamaz. Zira çok az kısmını dağıtabildiği kitabının büyük bir kısmını aracı olan bir arkadaşının dayısının yazıhanesine bırakmıştır. Emaneten bıraktığı kitapları birkaç ay boyunca almayan şair, bir süre sonra kitaplarının işgüzar dayı tarafından ısınmak için yakıldığını öğrenir. Genç şairin tüm sanatı bir sobanın içinde küle dönüşmüştür…

İçinde sürekli yalnızlığı ve kimsesizliği taşıyan şair Necip Fazıl’ın müdahalesi ile bu yalnızlıktan kopar ve artık hayatı bambaşka bir seyre giyer. Üstat ona münasip bir eş bulmuştur. Bu eş üstadın hocası Abdülhakim Arvasi’nin soyundan Berat Hanım’dır. Necip Fazıl’la birlikte Van’a yalnız bir kalple giden Cahit, bu yolculuktan dolu bir kalple dönecek, kıyılacak nikâhta Cahit’in şahidi Necip Fazıl olacaktır.

Çocuklarla inanılmaz derece iyi anlaşan şair bir anlamda çocuk kalan yanını ortaya çıkarmaya çalışıyordu. Çocuklara hediye olarak birçok masal kitabı yazan şair sadece kendi çocukların değil tüm çocukların sevgilisiydi. Öyle ki Erdem Beyazıt bu durumla ilgili “Bizim çocuklarımız bizden çok ona yakındı.” diyecekti.

Cahit pankreas kanseridir. Elem dağları kurulmuştur gene tüm sevdiklerinin kalbinde. Günden güne erir, bir süre sonra yataklar olur meskeni şairin veya cehennemi. Sık sık dostları gelir ziyarete, onlara durumunun kötü olduğunu belli etmek istemez. Cahit, Rasim Özdenören’den fıkra anlatmasını ister, çocuklara gülümser. Yine ölümün yaklaşmasının verdiği hüzünle ona refakat eden Erdem Bayazıt’ın elinden tutar bir gün. “Erdem” der “Kırlarda çiçekler artık bensiz açacak.”.

Hastalığı gittikçe ilerler şairin, acılar içinde uyumakta olduğu yatakta aniden uyanır, bu sefer ona refakat eden Rasim Özdenören’dir. “Rasim” der “Bir rüya gördüm, Necip Fazıl bana yirmi beş yıl sonra burada buluşacağız dedi.”. Cahit yanlış duymuştur rüyasındaki zamanı, Rasim Özdenören’in anlattığına göre yirmi beş yıl sonra değil, yaklaşık yirmi beş gün sonra vefat eder şair. Tanrı ona bir mesaj vermiştir hayranı olduğu kişinin diliyle.

Tam adı Abdurrahman Cahit Zarifoğlu olan şair tüm benliğini isminin baş harfleriyle “ACZ” ile sınırlamıştı. Sultan şiirinde bu durumu ifade eden şair naiflikte ve tevazuda bir kez daha sınırları aşıyordu.

Ve tüm tabiat 7 Haziran 1987 günü büyük bir kedere boğulur. Çünkü artık kırlarda çiçekler Cahitsiz açacaktır…

  Paylaşmak İçin Sembollere Tıkla :)

       


Warning: Use of undefined constant rand - assumed 'rand' (this will throw an Error in a future version of PHP) in /home/andirine/domains/andirinegitim.com/public_html/wp-content/themes/ahmet_camli_wp_tema/single.php on line 41